Kundalini uyanışının gücünü ve ruhun karanlık gecesinin zorlu sürecini duymuş olabilirsiniz, ama bu iki deneyimi ayıran nedir?
Ruhun karanlık gecesi, egoya teslim olmanın zorluklarına ve sürecine odaklanırken, Kundalini uyanışı, egodan kurtulmanın mutluluğuna odaklanır.
İlginç olan sadece sürecin farklı odak noktaları değil, aynı zamanda her bir terimin nereden kaynaklandığıdır.
Kundalini uyanışı, kişinin yaratıcı yaşam enerjisinin salıverilmesini tanımlamak için kullanılan ve serbestçe akan bir yaşam enerjisi kaynağı (prana) olmanıza izin veren bir Doğu terimidir.
Kundalini uyanışının ana odak noktası, tüm sıkı çalışmanızın başarısından kaynaklanan neşe ve mutluluk hisleridir. Ana odak, egonun ölümü üzerine hissedilen ilahi ve bol enerjiye bağlantıdır.
Kundalini uyanışlarında, egonun ölümü ve egonun kendisi gerçekten odak noktaları değildir, sadece sürecin küçük parçalarıdır. Bunun nedeni, Doğu ülkelerinin bireyselliğe çok az odaklanması ve bunun yerine kolektifin önemini vurgulamasıdır.
Bu, kişinin kendisini bir birey karşısında kolektif olarak gördüğü kültürlerde yetişenlerin, Batılı meslektaşlarından daha az çalışarak egoyu bastırmasına izin verir.
Bu bizi ruhun karanlık gecesine getiriyor. Bu, egonun ölümü sürecine ve zorluklarına odaklanan bir Batı terimidir. Batılı ülkeler, bireyselliği vurguladıkları ve egoyu inşa ettikleri için, onu teslim etme süreci en büyük sınav olur.
Ruhun karanlık gecesinin bu kadar çok kişinin egodan kurtulmasının acısına odaklanmasının nedeni budur – çünkü bu, kişiliklerimizin ve kültürümüzün çok büyük bir parçasıdır.
Egomuzu olduğumuz kişi olarak görüyoruz ve kendimizi kaybettiğimizi hissetme noktasına kadar onu son derece içe dönük kılıyoruz.
Öyleyse, egoyu vurgulayan kültürlerden olanlar ne yapabilir?
Bir birey yerine kolektifin parçası olarak kendimize odaklanmaya başlayabiliriz. Kaynağın küçük bir parçası olarak kendimize odaklanabilir ve egonun salıverilmesini bir dönüşüm olarak düşünebiliriz.
Oraya varmak için gereken acının yerine bunu yapmanın coşkusuna odaklanabiliriz. Hepsinden önemlisi, egonun zihnimizin yarattığı bir şey olduğunu ve zihnimizin bırakabileceği bir şey olduğunu hatırlamalıyız.